Toprak🙏

Kentsoylu olma şartlarından biri 150 sene aynı evde oturmaktır der İngilizler. Tabii bununla birlikte kentsel dönüşüm adı altında ranta kurban giden evlerin olacağını öngörmemişlerdi. Köylerde bu durum sanırım doğal afetler olmadığı sürece oldukça olası ama kent değil de köysoylu mu olunuyordu burası karışık. 1 sene evvel YouTube’da Daire adlı kanalda Gökçe Erhan’ın etkileyici hikâyesini izlemiştim. 2012 yılından beridir aile yadigârı 150 senelik köy evinde yaşıyordu. Kendisini var eden, üreten, eken, biçen, toplayan, diken, ahşap işleri yapan masalsı bir karakter ressam Gökçe Erhan. Evinin yanındaki söğüdün dallarını ve saçlarını uzadıkça aynı zamanda kesen, orman perisine benzeyen kıyafetlerini diken, küçükken karate yaptığı kuşakları duvarında renk olsun diye asan, masasını yapan, babaannesinden ya da atalarından kalanlara güzellik katan, evinin her yerine elini değdirdiği belli olan bu kadının evi bilinmeyen bir nedenle yandı. Evinden sadece telefonunu ve bilgisayarını alabilmiş. Çevreyle ilgili verdiği mücadele birilerinin canını sıkmış olabilir. Karadeniz gibi erkekliğin muktedir olduğu bu bölgede yaptığı arı kovanına çomak sokmuş. Çetin Altan, “Batıda düello geleneği vardır, doğuda pusu” der. Hasmımızla yüzleşsek de arkadan vururuz.

Fakir Başkurt’un köy hayatını yazdığı Yılanların Öcü filmini Metin Erksan çekip 1962 yılında sinemalarda gösterime girdiğinde sağcılar, milliyetçiler protesto etmişler. Ahlâk hassasiyetinin, aile birliğine ve onun korunması gerekliliğinin bir tek kendilerinde olduğuna inanan sağcılar, filmdeki Kara Bayram’ın gözleri bağlanarak dövülmesine, karısının düşük yapmasına onca haksızlığa uğramasına değil de sevişme sahnelerine takılmıştı ne garip. Irazca Ana’yı oynayan Aliye Rona’nın son repliği “Yılanlar öç alıyoooor!…” diye bağırdı. “yılanlar öç alıyor bakıın!… yılanlar yılanken sizin gibi alçakların hakaretine dayanamadı da, siz insan olduğunuz halde bunca hakarete, bunca zulme, zillete nasıl dayanıyorsunuz behey, he heeeey Kara Bayram?…” der ve kasabaya doğru yola çıkarlar.

Malum olduğu üzere köyde yaşıyoruz. Doğanın yağmalanmasına, talanına, rantına, peşkeş çekilmesine ne kadar karşı gelsem de Gölcük’ten ötelenerek bizim köyün yakınlarına yapılacak rüzgâr türbinleri için nasıl yaa olur mu böyle şey diye isyan ettik. Bir tanesi de dikildi, sonrakiler için köylüler olay çıkardılar. Düşündüğünüz gibi doğa için değil, iki kardeş arasında sen fazla aldın, ben de isterim kavgasından… Bu arada kavga ettikleri yeri de dedeleri kardeş çocuklarından birisinin nasıl olsa kadındır diye çöktüğü bir tarla. Torunlarını Kabil ile Habil’e dönüştüren vahşi kapitalizm, sana bana neler etmez. Alelacele diktikleri türbin de ruhsatsız ha. Çevreci grupların itirazına, dava açmalarına (çed raporuna gerek yok bile denildi) rağmen belediye başkanı (hangi parti olduğunu sanırım belli) bu yola baş koyduklarını vazgeçmeyeceklerini bizim köylüler için de bu işi baltalamaya çalışan 3-5 çakala da pabuç bırakmayız denilerek son noktayı koydu. Köy elektrik hattı yenileniyor, bir gün elektrik var bir gün (sabah 9 akşam 6’ya kadar) yok. Köyde yaşam ne kadar pastoral di mi? Kafayı toplarsam bunu da yazayım bir gün.

Konuyu dağıtmadan Gökçe Erhan’ın başına gelenlere gelirsek kötülüğün sıradanlığını yaşadığımız; cehaletin yeniden vahşileştiği, arsızlaştığı güzel günlerin geleceğine olan inancımızın solduğu bu günlerde Gökçe Erhan, umarım evini yeniden yapar da bu arsızlara, hırsızlara, çakallara vd doğa bozguncularına günlerini yeniden gösterir. 💜👊

“Toprak🙏” için 4 yorum

Yorum bırakın